İnsanların en büyük korkularından biri diğer insanların önünde konuşmak.
Bunun temelinde öz güven ve ifade problemimiz yatıyor… İkili ilişkilerimizdeki iletişimsizlik ve hatta kendimizle yüzleşememek bile bir ifade problemi.
Eğitim sistemimizde ise ne ifade ile ilgili ne öz güven ile ilgili çalışmalara maalesef rastlayamıyoruz. On sekiz yıllık eğitim hayatımda, lisansüstü eğitimimin tezine kadar benden bir sunum yapılması istenmemiş olduğunu fark ettim. Bu sunum benim için korkunç bir deneyimdi. Ancak inanın sunum yeteneği doğuştan gelmiyor, pratik yaparak öğrenilebilecek bir yetenek… Bu konuda yapılması gerekenler ile ilgili bir çok bilgi İnternet’te mevcut.
Farklı olarak Eric Bergmann’ın Power Point ile Ölmek (Death by PowerPoint) kitabında sunumların başarı derecesini ölçebileceğiniz yeni bir değer var: Soru Oranı (Q-ratio)… Amerikalılar kısaltmaları çok seviyor, biz de S-Oranı diyelim.
S-Oranı Hesaplanması
Bergman’ın tanımına göre;
S-Oranı = Sorulan soru sayısı / Sunumun dakika olarak süresi
Bergman bu oranın 1 veya daha fazla olmasını öneriyor. Otuz dakikalık bir sunum için Otuz soru! Bu oran mümkün mü? Şu andaki standartların çok üzerinde olduğu kesin.
Sunum ve Diyalog arasındaki denge?
Her sunumda dinleyenler ile diyalog kurulması önerilir. İletişim kurmanın en temelinde dinleyenler ile ‘göz kontağı kurmak’ var ve dinleyenlere bir veya iki soru sormak. Sorular dikkat çekip düşündürmek için olabilir veya çok basit olup dinleyenleri sunumla bütünleştirmek için. Bu ayrıca dinleyiciler ile diyaloğun başlamasını sağlayabilir. Bergman’ın taktiği 50 dakika sunum yapıp, 10 dakika soru-cevap yerine, 60 dakika sunumun içinde yaklaşık 30 dakika diyaloğa harcamak.
S-Oranını artırmak için sunum formatını gözden geçirmek gerekir. Dinleyenlere yakın durmak, onların arasında konuşmaya devam etmek onları cesaretlendirir. Benzer sunumlarda gelmiş sorular anımsatılabilir. Bazı dinleyenlerin soruları olup da çekindikleri sıkça rastlanan bir durumdur.
Sorunuzu Bekletin Lütfen?!
“O sorunun cevabına birazdan geleceğiz.” gibi cümlelerden sakınmak gerekiyor.
Kıymetli bir soru ise o anda değerlendirilmeli. Kaldı ki, ileride o konuya tekrar gelinirse bu sefer hızlı geçme şansınız olacaktır. Aklındaki sorunun cevabını alamamış dinleyici o konuya gelene kadar konsantrasyonu kaybedebilir.
Sade ve kısa cevaplar
Şu anda aklınıza takılan konu 30 dakikalık bir sunumda 30 soru cevaplayacaksam bunun 2 saat süreceği olabilir. Bergman’ın önerisi çok ama çok sade ve kısa cevaplar verilmesi yönünde. Bunun için de çıkabilecek sorulara iyi hazırlanmış olmamız ve konuya hakim olmamız gerekiyor. Diğer bir öneri ise soruya soru ile cevap verip, cevabı dinleyenlerin keşfetmesini sağlamak. Sunum sonsasında da verdiğiniz cevapları en fazla 10 kelime ile nasıl cevaplardım alıştırması uygun olacaktır.
Sorunun ardından bir parça düşünerek bekleme, hem soru sorana saygı gösterir, hem de doğru ve kısa cevap vermek için size süre tanır. Burada siz sınavda değilsiniz, egonuzu bir yana bırakarak vereceğiniz kısa cevaplar, diğer soruları da teşvik edecektir.
Soru-cevaplarla, öğrenme süresi pekişecektir. Her ne kadar sunucu ne öğreteceğini bilse de, bu sorulardan elde edilecek cevaplar kadar doğru olmayacaktır.
PowerPoint Sunumlarına bağlı kalmayın
Sunum sayfalardan yazı okumak değildir, mümkünse oradan bir kelime okumadan ve genellikle ‘görseller’ ile sunum yapın. Sadece Resimler ile de sunum yapabilirsiniz. Zihinsel araştırmaların sonuçlarına göre dinleyicilerin anımsadıklarının %80’ini görseller oluştururken, kalan %20 sadece dinledikleri ve okudukları kısım.
S-Oranı diye rakamsal değerlere takılmanıza gerek yok, önemli olan dinleyicinin sorularına ulaşabilmek ve onları sunumun içine alabilmek…