Bedenimizde her organın, her hücrenin bir görevi bulunuyor. Her hücreyi oluşturan küçük sistemler daha büyük sistemlerin bir parçası olarak görev yapıyor. Kas sistemi, iskelet sistemi, sinir sistemi, dolaşım sistemi ve bunun gibi sistemler paralel bir şekilde çalışıp bedeni oluşturuyorlar. Milyonlarca işlem bizim haberimiz ve kontrolümüz bile olmadan otomatik olarak gerçekleşiyor. Her ne kadar nefes üzerinde bir parça kontrol sahibi olsak da, nefes bedenin otomatik olarak gerçekleştirdiği bir eylem. Her nefeste aldığımız oksijen, tüm hücrelerimizi besliyor. Alınan oksijenin %25’i ise beyin tarafından tüketiliyor… Kas ve sinir hücresi bulunmayan bu organımız neden bu kadar oksijene ihtiyaç duyuyor?
Beynimiz tüm bedeninin kontrol odası gibi görev yapıyor. Hatta bir çok batılı kendini beyni ile özdeşleştiriyor. Beyindeki bir hasar kişiliği değiştirebildiği için, bu bakış açısı beynin insanın kendisi olduğu varsayımını ortaya çıkartıyor. Oysa beyin de bedendeki bir organ… Bu organın temel görevi ise hayatta kalmak… Beynimizin evrimsel olarak geçtiği süreçlere baktığımızda üç ana bölüm görmekteyiz: Sürüngen Beyin, Limbik Sistem ve Neo Korteks… Bu bölümler sırasıyla gelişmiştir. Hareket eden her canlının sürüngen beyni vardır; daha memeli hayvanlarda görülen limbik sistem duyguların merkezidir. En son gelişen ve beynimizi diğer canlılardan ayıran kısım Neo Korteks yaklaşık 300,000 sene önce bugünkü haline gelmiştir.
Beyin temel işlevini gerçekleştirmek için önce bedeni güvende tutabileceği bir yer arar. Bunu sağladıktan sonra en önemli konu beslenmek ve üremektir. Fiziksel olarak doğada tek başına hayatta kalma şansı zor olan insan, kabileler halinde yaşamış ve zihnini kullanarak taktikler uygulamış, doğada buldukları ile avlanma ve korunma kabiliyetini artırmıştır.
Zaman ilerledikçe yerleşik düzenler kurulmuş; fiziksel güvence arayışı ve yemek bulma problemleri azalmış. İnsanlık aklını daha iyisi, daha rahatı için kullanmaya başlamış. Öte yandan düşünmek sanki zihnin en önemli bir işlevi gibi yer etmeye başlamış. Fiziksel korkular yerine psikolojik korkulara devretmeye başlamış. Korkunun tetiklediği duygular, bizi geçmişte olanlara takılı kalmak veya gelecekle ilgili endişe etmek gibi bizi yaşamaktan alıkoyan düşünceler yumağına itmiş.
Bugün artık biliyoruz ki, düşünceler bir çok ruhsal ve fiziksel sıkıntılarımızın kaynağı…
Düşünmek beyne inanılmaz bir enerji harcatırken; düşünce esnasında anda kalamıyoruz. Düşünce, beynimizde enerji akımlarından başka bir şey değil, ancak düşüncelerimiz özdeşleşmek, kendimizi düşüncelerimiz ile tanımlamak insanlığın en büyük problemi haline geldi.
İçine doğduğumuz mevcut sistem ise, yarattığı düşünce ve rekabet dolu ortamla bize hiç de yardımcı olmuyor. Ezbere dayanan eğitim sistemi, sadece geçmiş deneyim ve bilgilere dayanan düşünceler ise tamamen sisteme uygun bireysel yaratıyor. Zira düşünceler ile yaratıcılık ölüyor, sağlık kaybediliyor… Düşüncelerden kurtulmak için devamlı başka meşguliyetler peşinde koşarız ve bu da tüketimi tetikler. Tüketmek için çalışmak zorunluluğumuz artar… Çemberi çeviren farelere benzeriz…
Peki düşünmemek mümkün? Düşüncelerden nasıl kurtuluruz. Beyin düşünmeye devam eder. Gözünüzü kapatın, sadece izleyin… Ne kadar çok düşüncenin ardı ardına gelmeye başladığını göreceksiniz. Durdurmaya çalıştıkça daha fazla düşünce gelecektir. O halde ne yapacağız? Hiç bir şey…
Alan Watts: “Düşünceleri durdurmak için çabalamayın. Zihninizi kendi haline bırakmayı öğrenin. Kendi kendine sakinleşecektir.”